Lumiére Kardeşlerden İlk Sinema Salonlarına Sinemanın Tarihine Bir Bakış

İnsanlık tarihin ilk anlarından bu yana evrimsel bir gerçeği olan sosyalleşme ihtiyacını gidermek için çeşitli yollar hep bulabilmiştir. Gelişen her teknoloji insanların sosyalleşme taleplerini karşıladıkları ölçüde ticari olarak başarıya ulaşabilmiştir. Sanatın mağara duvarlarından modern galerilere çığır atlayan serüveninde bu hep böyle olagelmiştir. Sinema klasik sanat dalları içinde teknolojiye olan bağımlılığı nedeniyle en son ortaya çıkan ve neredeyse en önemli eser çok geç dönemde ortaya konulabilen bir sanat dalıdır. Bizleri en büyük korkumuz olan karanlık salonlarda saatlerce sessizlik içinde tutmayı başaran bu sanat dalının tarihi modernleşmemizin belki de son halesidir.

Güneş sistemimizin etrafından dönen astroidlerden birine adları verilecek kadar büyük bir iş başaran, ilk kamerayı ve görüntüleme aracını keşfeden Auguste ve Louis Lumiére kardeşler babalarıyla birlikte Lyon’da yaşarlarken dünya tarihini yeniden yazacaklardı. İlk çektikleri film olan “La Sortie de l’Usine Lumiére â Lyon” ( Lyon’daki Lumiére Fabrikasından Çıkış) isimli 46 saniyelik görüntü dünya tarihinde insanlığın elde ettiği ilk hareketli görünü olarak tarihe geçmiştir. Çok değil sadece bir yarım asır önce insanlık fotoğraf ile tanışmış ve onun yarattığı etkiyi üzerinde atamadan bu kez “hareketli fotoğraf” ile tanışmıştır. Lumiére kardeşlerin icadı kendi öngörülerinin aksine dünyayı yerinden oynatacaktır.

Lumiérelerin icat ettiği ve varlıkların hareketlerini kaydetmeye yarayan, insanlığın hafızasının en güçlü tarafını besleyen görme duyusuna hitap eden kameraların ortaya çıkışı birçok nosyonu etkilemiştir. Gazetecilik, edebiyatçılık, habercilik ve tarihçiliğin yanı sıra tiyatro, şiir ve resim gibi kadim sanatları da derinden etkileyen sinemanın küçük adımları atıldıkça insanlık şaşkınlıkla gözleri önünde gelişen bir devrimin şahidi olmuştur. 22 Mart 1895’te Paris’teki Rennes Sokağında gerçekleştirilen ilk gösterimden bu yana insanların gerili bir bez üzerindeki hareketli resimlere ve yazarların, yönetmenlerin ve oyuncuların emekleriyle canlanan hayallere seyir bakmaktadır.

Sinemanın göz alıcı ve şaşırtıcı resimlerinden etkilenen Parisliler bu yeni icadın dünyayı nasıl saracağını tahmin etmişlerdi belki ama Avrupa’yı saracak savaş ateşiyle ellerindeki bu yeni sanatın yeni kıtaya göçüne engel olamamışlardı. Yine de savaş yıllarının acımasız yüzünü Avrupa’nın şehirlerine sokana kadar Paris’te ilk sineman şaşırtıcı deneyimleri insanları büyülemiştir. Sinema gösterimlerinin yarattığı ilgi hemen yeni ticari girişimleri de yaratır. Lumiére kardeşler altı ay dolmadan iki yüzünün üzerinde kayıt ve gösterim cihazını satmayı başarmışlardır. Tam bir tekel oluşturan kardeşler icatlarını satacakları kişileri özenle seçmişler ve tatmin olmadıklarına makinelerini satmamışlardır.

Sadece üretimi değil aynı zamanda gösterimi bir fenomen olan sinemanın kendine has gereklilikleri yeni bir Pazar yaratmıştır. İlk andan itibaren karanlık bir odaya ve sıralı koltuklara ihtiyaç duyan gösterimler için yeni mekanlar yaratılmıştır. İlk kez 28 Aralık 1895’te Paris’teki Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’nin bodrum katı düzenli sinema gösterimleri içinde düzenlenir. Artık mekan olarak da gösterimlerin nasıl yapılacağı aşağı yukarı belirlenmiştir. Bu bodrum katı dünya üzerinde düzenli sinema gösterimleri yapan ilk mekan olarak tarihe geçmiştir. Derler ki bu tarihten itibaren dünya üzerinde neredeyse sinema oynatılmayan tek gün dahi yoktur.

Lumiére kardeşler için hayatı yeniden üretmekten ibaret olan sinema sansasyonel bir icattı ama hala gösterimler günlük hayattan gerçekleştirilen sıradan görüntüler ile kısıtlıydı. Günlük hayattaki kısacık sahneleri hareketli kameraları ile kayıt altına alan çeşitli ülkelerden kâşiflerden vardı. Ancak bu görüntüler on saniyeyi dahi dolduramadan bitiyor ve izleyici şaşırtmakla yetiniyordu. Lumiére’ler sadece teknik olarak ilk sinemacılar değildi kuşkusuz ilk kurgu sinemayı da onlar yaratmıştı. 1895 yapımı “L’Arroseur Arrosé” isimli 49 saniyelik filmleriyle yalnızca o güne kadar yapılmış en uzun filme imza atmış olmuyorlar ayrıca ilk kurgu film ve ilk komedi filmiyle tarihe geçiyorlardı.


Sinemanın ilk kurgusal ürünün komedide vermiş olması uzunca yıllar komedi ile sinemanın bir arada anılmasına neden olacaktır. Yapımcılar için insanların sinema salonlarına doluşmasının ana nedeni keyiflenmektir ve bunun için de en iyi ol komedidir. Öte yandan sinemanın kayıt işlevi de büyük bir etki yaratacaktır. Mayıs 1896’da, Lyon’daki Lumiére fabrikasından gelen teknisyenler Çar II. Nikolas’ın taç törenin çektiğinde hem ilk belgesel sinema hem de görüntü habercilik doğar. Bu tarih bilimi, tarihçilik ve gazetecilik açısında da sinemanın nasıl bir önem taşıdığını ortaya koyar.

Artık tarihi tanıklık yada gazete haberciliği değeri yirminci yüzyılda anlaşılacak olsa da evrim geçirmekteydi. Sinemanın yarattığı kamera ve onun tetiklediği televizyon insanların orada olmasa da orada olmuşcasına olaylara tanıklık etmesine yaratmıştır. Televizyon ortaya çıkmadan “newsreel” haber filmleri sinema salonlarında izleyicilerin gazete sütunlarından okudukları olayları, onları yada faciaları gözler önüne seriyordu. Sinemadan sonra artık savaşlar sadece gazete kâğıtları üzerindeki ruhsuz manşetler değildi. Kanlı canlı bütün vahametiyle perdeden (daha sonra ekrandan) insanların gözleriyle görebilecekleri bir olguya dokunmuştu.

Ortaçağın karanlığında büyük imparatorlukların uzak sömürgelerinde gerçekleştirdikleri vahşi saldırılar, insanlık suçları yada büyük savaşlar anavatana yansımaz, kulluk bilincinden uzaklaşamamış ruhsuz insanlar tepkisiz kalırlardı. Ancak sinema salonlarında “newsreel” yani haber filmlerinin gösterilmeye başlamasıyla artık en uzaktaki savaşlar dahi en acı yüzüyle anavatanda yankılanıyordu. Dünya savaşlarındaki haber bantların savaşı yansıtma biçimi Avrupa’daki savaş karşıtlığın artmasında oynadığı rolü kim yadsıyabilir. Televizyonun daha da pekiştireceği etkiyle insanlar sadece siyasi aktörleri kendilerine söylediklerine inanmıyor, perdede yansıyan vahşi savaş görüntüleriyle süre giden savaşlara yol açan hamasi nutukların nasıl un ufak olduğuna şahit oluyordu.

Sinemanın haber filmleriyle iletişime, dünyanın bilgeliğine ve insanlığın aydınlanmasına sağlayacağı katkıdan çok önce ilk sinemacılar Lumiére kardeşlerin kendi icatlarını paylaşmakta gösterdikleri kıskançlık kendilerine belirli bir süre yaramış olsa da azimli ruhları durduramadı. Çok istemesine rağmen Lumiére kardeşlerden bir türlü makine satın alamayan Georges Miles en sonunda kendi makinesi yapmak zorunda kalır. Böylece dünya üzerinde meraklı dahiler Lumiére kardeşlerin keyfini beklemek zorundalığı da kırılmış olur. Sinema Avrupalı bir icattır. Avrupa’da doğmuş ve dünyaya oradan bakmıştır. Ancak bu çok yakın bir zamanda değişecektir.

Artan film sayısına, ardı ardına açılan sinema salonlarına ve gittikçe maddi değeri yükselen sinema sektörüne rağmen Avrupa’da baş gösteren savaş sanatçıları, girişimcileri ve maceraperestleri zora sokmuştur. 19. Yüzyılın başından bu yana artan Atlantik gemi trafiği ile birlikte zaten bir çekim merkezi olan ABD, savaş ile birlikte bir anda bir kaçış noktası olur. Diğer bütün sanat ve bilim dallarında yaşandığı gibi sinemada da yaratıcılıkları ile dikkat çeken bütün simalar ABD’ye göç etmişlerdi. Bu göç ile birlikte ABD genel olarak yirminci yüzyılın bilimsel ve düşünsel öncülüğünü üstlenecektir. Sinema da buna dâhildir.


Yenidünyanın savaş nedeniyle Avrupa’dan kaçan düşünsel ve üretken kişilerle büyüyen entelektüel sermayesi yine savaş nedeniyle artan ekonomik sermaye ile de beslenince ABD’nin –kabul etsek de etmesek de–  öncülüğü kendini günümüze kadar devam ettirecektir. Bu öncülüğün temel altyapısal atılımlarının atıldığı yirminci yüzyılda sinema da kendisini ABD’de iyiden iyiye kabul ettirmiştir. Sermayedarlar iletişimde yükleneceği değer ve yaratacağı ekonomik katsayıyı göz önüne alarak sinemaya büyük yatırımlar yapmıştır. 

Avrupalı halkların saçma bir savaşla birbirlerinin boğazına yapıştı yıllarda ABD’de bir çok alanda olduğu gibi sinemanın da devrimsel temelleri atılır. 1915’de MGM’in temelleri atılır. Büyük prodüksiyon şirketleri devasa bütçeleriyle yatırımlarını ardı ardına yaparlar. ABD’nin güney batı sahilleri film çekmek için ihtiyaç duyulan güneşli gün sayısı ortalamasıyla büyük platolara ev sahipliği yapar. Sıradan bir kır kasabası olan Hollywoodland bir anda yaratıcı sinemacıların ev sahipliğine yüceltilir. Artık bütün bir ABD sineması daha sonra değişecek kasaba adıyla “Hollywood” olarak anılacaktır.

Büyük sermayenin yatırımlarıyla şişen sinema patlama yapar. Prodüksiyon şirketleri alışılmış bir yüzsüzlükle oyuncu emeğini hiçe sayan anlaşmalarla sinema sektöründeki tek karar verici olmayı başarır. 1920’li yıllar boyunca zamanın büyük oyuncuları Rudolph Valentino, John Barrymore, Norma Talmadge, Marry Pickford, Douglas Fairbanks ve Charlie Chaplin prodüksiyon şirketlerine kendilerin adayan antlaşmalarla bağlamış oluyorlardı. Yirminci yüzyıl ardı ardına büyük yönetmenleri ilk yapımlarının ortaya çıkmasıyla tam bir sinema patlamasına şahit olur. Filmleriyle unutulmaz işler kotaran Charlie Chaplin, Ernst Lubitsch, Rene Clair, Rene Fescorut, Pabst, Fritz Lang, Alfred Hitchcock, Eisenstein gibi yönetmenler dünyanın başka coğrafyalarından başka öykülerle izleyicilerin karşısına çıkmaktadır.
 
ABD’nin Avrupa’dan çaldığı sinemasal öncülük sadece yaratıcılık ile sınırlı değildir. Teknikte de ABD’de yaratıcılığı besleyen yeniliklere imzan atılmaktadır. İlk sesli sinema New York’da gösterilir. Her ne kadar henüz izleyici hazır olmasa da sesin sinemaya dahil olmasıyla işlerin daha da değişeceği açıktır. 23 Ekim 1927’de sesli çekilen ilk film “The Jazz Singer” tarihe geçmiştir. Warner Bros. etiketi bu ilkten sonra adını daha duyuracaktır. 28 Temmuz 1928’de ise tamamı sesli ilk film “Lights of New York” vizyona girer. Artık sinemadaki sesli dönem kendini ispat etmiştir. Ancak sesli sinema birçok sinema emekçisinin kariyerinin bitmesine neden olurken birçok yeni sanatçının da önünü açar. Hem sesli hem de sessiz sinemada adını tarihe yazabilmiş yegâne isim olarak bir tek Charlie Chaplin tarihe geçer.

Charlie Chaplin’in tarihsel değeri tartışmak başka bir yazının konusu ancak sinemanın yetiştireceği bu ilk isyankârın hem ABD’deki sinemanın endüstriyel yapısına hem de kurumsal tutuculuğuna karşı büyük bir mücadele verdiğini not etmeden geçmeyelim. Sinemanın gösterdiği atılım sadece ABD ile sınırlı kalmaz elbette iki dünya savaşının verdiği kısacık arada Avrupa’da da büyük sinemacılar efsanevi yapımlar ortaya koyarlar. Ancak bu ara yeni bir temel atılmasına mani olacak kısadır. İkinci Dünya Savaşının fiziki olarak insanlara verdiği zarar bir yana düşünsel olarak yarattığı etki kendisini en çok sinema gibi yaratıcı alanlarda gösterecektir.

Yahudi düşmanlığı yüzünden bu kez sadece Avrupa’da yeni palazlanmaya başlayan düşünsel bahar yerine kara günlere bırakır. Düşünen zihinler için bir kez daha göç zamanıdır. ABD bir kez daha sığınacak sakin bir liman olarak parlayacaktır. İkinci Dünya Savaşı’yla iyice keskinleşen ABD’deki düşünsel birikim, Avrupa’nın kısır politikasından kendisini soyutlayacaktır. Böylelikle kesin olarak anlaşılmıştır ki Sinema’nın teknik, düşün ve eğlence anlamındaki yaratıcılığı için artık bayrak, ilk icat edildiği topraklardan çok uzakta, suyun öte tarafındadır. Dünya halkları bu yaratıcı birikimin ortaya koyduğu efsanevi yapımlarla, karanlık salonlarda saatler geçirmeye ve hayaller kurmaya devam etmektedir.







Yararlanılan Kaynaklar:
  1. http://www.institut-lumiere.org/english/frames_lum.html
  2. http://www.nationalmediamuseum.org.uk/~/media/Files/NMeM/PDF/Collections/Cinematography/PioneersOfEarlyCinemaLumiereBrothers.ashx
  3. Michael Allan - Deserted histories: The Lumière Brothers, the pyramids and earlyfilm form - 2008
  4. http://en.wikipedia.org/wiki/Auguste_and_Louis_Lumi%C3%A8re




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder