Yirmi Yedi Buçuk Yıllık Hapis, Sayısız İşkence ve Binlerce Ölüm'ün Sırtladığı Bir Özgürlük Mücadelesi


Hollandalı ve Britanyalı beyaz adamlar Afrika’nın güney ucunu keşfetmeden çok önce Mbashe Nehri boyunca egemenlik kuran Mvezo kabilesinin reisidir Gadla Mpakanyiswa. Büyük düzlüklerin hakimi Thembu Hanedanına biat eden bu kabile reisi kralının en sadık akıl hocalarından ve kamanlarından birisidir. Ritüel törenlerde, evlilik şölenlerinde ve cenazelerde yeri daima toplumun en önüdür. Soyludur, zengindir ve toplumunun saygı beslediği bir dini figürdür. Doğan oğluna verdiği ismin bugün milyarlarca insanın zihninde barışın, insanlığın ve özgürlüğün vücut bulmuş hali olacağından kuşkusuz habersizdir.

Her soylu gibi babasının tanıdığı en büyük akıl hocalarından ve kanaat önderlerinden eğitim almış ve beslenmiştir. Mandela ismi en çok etkilendiği hocası olarak hayatından bambaşka bir yere sahiptir. Öyle ki 18 Temmuz 1918’de doğan erkek çocuğuna sevgili hocasının ismini verir. Her büyük halk önderi gibi Mandela’nın çocukluğuna dair efsanevi söylenceler mevcuttur. Ancak şurası şüphesizdir ki küçük Mandela soylu ve halkına önderlik eden bir ailenin ferdi olarak beyazlara karşı yürütülen savaşların anlatımıyla büyümüştür.

Her kara derili Afrikalı gibi Beyazların ayrımcı politikalarından nasibini almış, kendisine uygun bir beyaz adı seçmeye ve Hıristiyan olmaya zorlanmıştır. Zaten Mandela’ya Nelson ismini de cennete girebilmesi için bir misyoner koymuştur. Mandela kendi otobiyografisinde okul hayatında ve gençlik yıllarında yaşadıklarının çok ayrıntısına girmez. Zaten Mandela’nın siyasi uyanışı için üniversite yıllarının gelmesi gerekecektir. Gerçekten de Fort Hare Kolejindeki Sanat eğitimi sırasında, yoldaşı Oliver Tambo ile tanışması hayatını değiştirecektir. Daha önce bizzat yaşadığı, soluduğu, kemiklerine kadar hissettiği ırkçılığa karşı düşünsel ve eylemsel savaşa girmeye karar verir.


Öğrenci temsilcisi olarak seçilmesiyle arkadaşlarını etkileme yeteneğini göstermeye başlamıştı. İlk tutukluluğunu Oliver Tambo ile birlikte apartheid karşıtı bir gösteride gerçekleşir. Siyasal hareketliliği ailesinin dikkatini çekmiştir. Görücü usulü evlendirilmesine karar veren ailesinden kaçan Mandela Johannesburg’a yerleşir. Zor günler geçiren Mandela, kömür madenlerinde koruma görevlisi olarak çalışır. Yarım kalan eğitimine bu kez Witwatersand Üniversitesinde Hukuk alanında devam edecektir.

1948 yılında Beyaz Irkçı Partinin iktidara gelmesiyle siyah öğrenciler arasında siyasi hareketlilik iyiden iyiye artar. Mandela Afrika Ulusal Kongresinin (ANC) gençlik örgütlerinde adım adım ilerler. 1952’de Savunma Kampanyası’nı, 1955’te Halk Kongresini yönetir. Halk Kongresi 1955’te Güney Afrika Yerliler Kongresi, Güney Afrika Demokratlar Kongresi ve Renkli Halklar Kongresi ile birlikte Afrika Ulusal Kongresi “Freedom Charter”ı yayınlar ki bu belge anti-apartheid düşüncesinin temellerini atmıştır.

Tarihte ilk kez siyah derili insanlar kendilerini insan dahi kabul etmeyen beyaz adamların dilinde ve yine beyaz adamların yöntemleri ile bir araya gelmişler ve baş kaldırmışlardır. Sadece renkleri nedeniyle ötekileştirilen bir halk ayağa bu belge ile kalkmış ve birleşmenin, söz söylemenin ve yönetişmenin zamanın geldiğini haykırmıştır. “Freedom Charter” yayınlanır yayınlanmaz, beyaz adam tarafından yasaklanmış ve “ihanet belgesi” adledilmiştir. Afrikalı haklar adına muhteşem bir gelişme olan belge, bugün dahi insanlık için abidevi bir değer taşımaya devam etmektedir.

Mandela’nın siyasi kariyeri hızla tırmanır. İkinci Dünya Savaşı’nın cereyanı siyah hareketini derinden etkiler, savaş karşıtlığı ve askere gitmeyi reddetmek siyah direnişçilerin temel görüşü olarak ortaya çıkmaktadır. Savaşın rengi, bir anda beyazların sömürdükleri zencileri adi birer piyon gibi savaş meydanlarına sürememeleri nedeniyle çok değişmiştir. İlk dünya savaşında yitirilen yüz binlerce can, sömürge halklarının vicdanında derin yaralar açmıştır. İkinci dünya savaşında bu acı tekrarlanmayacak, ulusal direniş hareketleri sömürgenlerin bu güç paylaşım savaşına evlatlarının feda olmasına göz yummayacaktır.

Beyaz sömürgesi altındaki Asya, Afrika ve Okyanusya toplumları ulusal hareketler geliştirince, Avrupa cephelerinde yürüyen savaşlar nedeniyle birlikler zayıflamış hem de asker deposu olarak görülen coğrafyalardan asker sevkiyatı kesilmesi güçlerinin kesilmesine neden olmuştur. Afrika’da yürüyen insanlık mücadelesi ise Mandela, Nkomo, Sisulu, Tambo, Mda ve Lembede gibi çekirdek kadroların etrafında ateşleniyordu. Ghana ve Losotho’nun desteğinin kesilmesi nedeniyle 1959 yılı ANC’nin güç kaybına uğradığı bir yıl olarak kayıtlara geçer.

Mandela ve Tambo’nun aksine ANC apartheid karşısında pasif direniş ile savunma yapmayı tercih etmişti. Mandela’nın güçlenen karizmatik liderliğinin etrafından toplanan genç kitle ise daha radikal çözümler öneriyordu. Silahlı direnişinde içinde bulunduğu bu çözüm arayışında Mandela ANC’nin liderliğine kadar yükselir. ANC’nin 1959’daki güç kaybedişi beyaz hükümetin atağa geçmesine neden olur. 1960 yılında Sharpevillle’de yapılan anti-apartheid gösteride beyazlar 69 siyah insanı öldürür. Bu hükümet ile ANC arasındaki savaşın dönüm noktası olacaktır.

Altmış dokuz siyahın öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar sonrası beyaz hükümet sıkıyönetim ilan eder ve ANC’yi yasaklar. ANC’ye uygulana bu yasak ise partinin kendi içinde bir süredir yaşanan tartışmanın şiddet yanlıları lehine sonuçlanmasına neden olur. Mandela ANC’ye bağlı olarak silahlı bir örgüt kurar ve çalışmalara başlar. Yerli dilde “Umkhonto we Sizwe” beyazların dilinde “Spear of Nation” olarak anılan bu örgütün Türkçe adı “Ulusun Öncüsü” olarak çevrilebilir. Ancak burada Spear kelimesinin öncülük yanında Afrikalı yerel halkların kullandığı mızrakları da tanımlamakta kullanıldığını ve o anlama da bir atıf yapıldığı not edelim.

Silahlı mücadeleye destek bulmak amacıyla yaptığı ilk yurt dışı gezinin ardından başlayan tutuklama kararlarının ardı arkası kesilmez. Aylarca kaçmayı başaran Mandela en sonunda beyaz hükümet tarafından CIA’nin de yardımıyla yakalanmayı başarır. “David Motsamayi” sahte ismiyle Addis Ababa’ya gerilla eğitimi almak için çıktığı ülkesine döndüğünde kedisini ömür boyu hapis cezası bekliyordu. 5 Ağustos 1962’de yurt dışına yasa dışı yollardan çıkmak ve greve teşvik etmek suçundan tutuklanır. Sonu belli olan bir yargılama olsa da mahkemede kendi savunmasını kendisi yapmayı tercih eder.


Beyazların hükümeti tarafından atanmış beyaz yargıçların yönettiği ve tamamı beyazlardan oluşan bir jürinin önünde beyazlara karşı ırkçılıkla suçlanan Mandela şu tarihi cevabı verecektir: “Irkçılıktan tiksiniyorum, çünkü onu barbarca buluyorum. İster bir beyaz isterse bir siyah tarafından yapılsın” Beş yıl ile cezalandırıldığı ilk yargılamadan aylar sonra bu kez Rivonia Mahkemesinde yargılanmaya başlanır. Robben Adasındaki tek kişilik hücresinden alınıp ana karaya sadece yargılanmaya ve cezalandırılmaya sürüklenmektedir.  Tamamıyla siyasi bir yargılama olan Rivonia yargılamalarında Mandela bugün bütünüyle bir insanlık dersi olabilecek savunmasını şöyle tamamlamıştır:

Fidel Castro ve Mandela
“ Beyaz egemenliğine karşı savaştım. Siyah egemenliğine karşı savaştım. Bütün insanların eşit şartlarda ve uyum içinde yaşayabildiği demokratik ve özgür toplum idealini savunuyorum. Bu ideal uğruna yaşıyorum ve onu başarmak için. Ama gerekirse bu ideal için ölmeye de hazırım. ”



Tarihe geçen savunmasına rağmen 12 Haziran 1964’te isnat edilen suçlardan ikisinden ömür boyu hapse mahkum edilir. Mahkumiyeti tam 27,5 yıl sürecektir. Mart 1982’ye kadar Robben Adasında kalan Mandela önce Pollsmoor Cezaevine ardından da 1988 yılında Victor Verster Cezaevinde transfer edilir. 11 Şubat 1990 tarihinde bu cezaevinden salı verilecektir. Cezaevinden kaldığı süre boyunca fiziksel ve psikolojik çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Dünya ise bu yirmi yedi buçuk yol boyunca çok ama çok değişecektir. Zaman sadece Mandelan’ın kara saçlarına aklar düşmesine değil, siyah hareketinin onurlu hikayesinin beyazlarca anlaşılmasına da yaramıştır.

Savaşların bittiği, iki kutuplu dünyanın erimeye başladığı, özgürlük, insan hakları ve çevre sorunları gibi birçok ortak insanlık davasının büyük güçler tarafından da kabul edilmeye başlandığı bir çağda siyahların "insanlığı" da anlaşılır. Ne bilimsel ne de ahlaki hiçbir temeli olmayan, insanın kendi düşünsel ve evrimsel gelişimini yansıtmayan, vahşi ve akıl dışı bu ayrımcılık tarihe karışacaktır artık. Zorbalıkla ayakta tutulmaya çalışılan apartheid rejim, içine düştüğü uluslararası yalnızlık ve ideolojik yoksunluğun farkına sonunda varmıştır. Mandela bir onurlu özgürlük savaşçısı olarak dünya halklarınca yüceltilirken; Afrika’nın ucundaki bu beyaz hükümet ırkçılıkla ve barbarlıkla aşağılanmaktadır.

1985 yılında Mandela’nın adalet bakanı Kobie Coetsee’ye yazdığı mektupla ilk adım atılır. O yıl Mandela’nın bir ameliyat için yatırıldığı hastane odasında Mandela ve beyaz adalet bakanı ilk kez yüz yüze görüşürler. Mandela’nın hapishane koşullarının iyileştirilmesi karşılığında resmi adı “barış görüşmeleri hakkında görüşmeler” olan dolaylı görüşmeler başlamış olur. Tam kırk yıl sürmüş olan savaş hali bu görüşmeler ile bitecektir. 1991 yılında başlayan dolaylı görüşmelerde Mandela ANC’nin bütün sorumluluğunu üzerine alır ve siyah halkın sözcülüğünü üstlenir. Binlerce kişinin canına, onlarca insanın işkencelerle tanışmasına, hapishanelerde çürüyen ömürlere mal olan mücadele de Mandela ödediği bedeller ile halkının önderliğine kadar yükselmiş ve en sonunda barış görüşmelerine başlayabilmiştir.


ANC o yıl ülke içinde ilk özgür kongresini yapar; kongrede Mandela başkanlığa, eski yoldaş Tambo da genel sekreterliğe seçilirler. Böylece tarihte ilk kez bir sömürge ülkesinde siyahların örgütlenmesine izin verilmiş olur. ANC Mandela’nın önderliğinde siyasi örgütlenmesine girişir ve seçimlere hazırlanır. Batılı güçler yine hem nalına hem mıhına şovenist tavırla hareket alanlarını genişletmeye çalışırlar. 1993 yılında; yıllarca Mandela’nın salıverilmesi ve siyahlara uygulanan ayırımcı politikalara son verilmesi için baskıladıkları Güney Afrika’nın beyaz hükümetinin devlet başkanı Frederik Willem de Klerk’e de Mandela ile birlikte Nobel Barış Ödülü’nü verirler. Bu ödülün paylaştırılması ne de-Klerk’in ve temsil ettiği sömürgen beyazların onurlarını kurtarmış ne de Mandela’nın yükselen itibarını zedelemiştir. Kimse bugün de-Klerk’in Nobel sahibi olduğunu hatırlamamaktadır.

1994 yılında ANC’nin girdiği ve siyahların da oy kullanabildiği ilk özgür seçimlerde ANC ve Mandela iktidarı beyazların elinden geri alır. Güney Afrika’da bir ilk yaşanmaktadır. Siyahlar, beyazların bütün zorbalıklarına, işkencelerine ve ayak oyunlarına rağmen, haksız yere ellerinden alınan kendi ülkelerinin iktidarını beyazlardan geri alıyordu. Mandela; 1997’de ANC Başkanlığını, 1998 yılında ise Devlet başkanlığını bırakarak tarihe çok güçlü bir imza atar. Mandela’nın ve ANC’nin yönetimindeki ülkede sorunlar hala bitmemiştir. ANC’nin sosyalist yapısına rağmen gelir adaletsizliği ve siyahlara yönelik fırsat eşitsizliği hala sürmesine rağmen Güney Afrika özgürce seçilen siyah yöneticileriyle tarihe bambaşka bir iz bırakmaya devam ediyor. Mandela ve bütün insanlığa bıraktığı mirası vicdanlarda yaşıyor.


Dr. Selahattin ÖZKAN




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder