Midhat Paşa ve Suriye Valiliği

Osmanlıların on dokuzuncu yüzyılda yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından olan Midhat Paşa (1822-1884) ilerici görüşleri, sert mizacı ve hazin öyküsüyle kayda değer bir hayat yaşamıştır. Adı günümüzde meydanlarda, bulvarlarda ve anıtlarda yaşatılan bu büyük devlet adamı Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde önemli izler bırakmıştır. Toprak kaybeden bir imparatorluğun içinde toplumu, devleti ve siyaseti ayakta tutmaya çalışan bu aydın yaşamının çok farklı anlarında sürgünü, şaşaayı ve çekişmeyi yaşamıştır. Sadrazamlık, nazırlık ve valilik yapan Midhat Paşa icraatlarıyla sadece devletin ve imparatorun değil aynı zamanda halkın da teveccühünü görmüş sevilen bir isimdir. Bugün Abide-i Hürriyet Tepesi’nde bulunan son istirahatgâhında noktalanan hayat yolcuğunda Tuna boylarında Bağdat çöllerine kadar iz bırakmadığı vatan toprağı yoktur. Midhat Paşa’nın Ziraat Bankası’nın temellerini atan memleket sandıklarını kurması ve bu toprakların ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi yazması onun ilerici karakterini göstermektedir. Zaman onu haklı çıkarmış ve yürekten bağlı olduğu bu ülkenin refahı ve hürriyeti için üzerine düşeni fazlasıyla Suriye’de geçirdiği sürede yaşananlara hem de bu süre içerisinde kaleme aldıklarına daha yakından bakmaya çalışılacaktır.

Naiplik yapan bir babanın oğlu olarak Ahmet Şefik 1822’de dünyaya gelmiştir. Dil öğrenmeye meraklı, zeki ve kavrayışlı bir çocuk olduğu daha ilk günden belli olan Ahmet Şefik dini eğitiminin ardından devlet kadrolarında istihdam edilmiştir. Memuriyetinin ilk yıllarında aldığı kursu başarıyla tamamlamıştır. Doğu dilleri kadar Batı dillerine de meraklı olan Ahmet Şefik bu eğitim sırasında yanında yetiştiği bürokratlar tarafından çokça övgüye değer görülünce “Midhat” adıyla anılmaya başlamıştır. Bu isim kendisi tarafından da kabullenilmiş ve tarihimizde Ahmet Şefik adı yerine Midhat adıyla kaydedilmiştir. Yaşamı süresince gördüğü tüm olaylar onu ilerleyen yaşlarda karamsarlığa itmiştir. Artık sadakatle bağlı bulunduğu İmparatorluğun dağılmasından ciddiyetle endişe etmektedir. Çareyi Padişah’ın daha özgürlükçü ve ilerici kadroları etrafından toplamasında ve söz verdiği reformları cesaretle ve güçlü bir şekilde icra etmesinde görmektedir. Ancak onun bu karamsarlığı, değişimden ve yenileşmeden olan tavrı ve halk nezdindeki saygınlığı ise onun görüşlerinin Saray’da tepkiyle karşılanmasına yol açmıştır. Yaşamına yol açacak yargılamaya giden süreç de böyle başlamış ve görüşleri nedeniyle yargılanıp ölümüyle noktalanacak bir ceza almıştır.[1]

Burada geçirdiği iki yıla yakın zaman aralığı öte yandan günümüze ışık tutacak bir çok gelişmeyi barındırması bakımından çok önemlidir. II. Abdülhamit kurduğu istibdat rejimi altında herkesten ve her şeyden şüphelenir olmuştur. Böyle olunca radarına Midhat Paşa gibi önemli bir ismin girmemesi düşünülemezdi. İlerleyen yaşına rağmen çeşitli ithamlarla Saray’dan ve Payitaht’tan uzaklaştırılmak istenen Midhat Paşa 24 Kasım 1878’te Suriye’ye atanmıştır.[2] Kendi ifadesiyle bu yeni göreve “ruhen, hâlen ve maslahaten” hazır değildir.[3] Suriye’de de Osmanlı iktidarını sarsacak siyasal karışıklıklar vardır. Kırım Savaşı’nın yarattığı zorlu ekonomik darboğazı politikayı da etkilemiş Arap ahalinin zaten zayıf olan bağları artarak Şam’da bağımsızlık gündeme gelmiştir. Şam’daki iktisadi ve siyasi durum giderek Osmanlı’dan uzaklaşıyor, Türk bürokratlar asırlardır egemenlikleri altındaki bu toprak üzerinde düzeni artık sağlayamıyordu. Aynı yıllarda Rumeli vilayetlerinden Suriye’ye gönderilen göçmenlerin yarattığı toplumsal sorunlar da baş gösterince egemenliğin kopması neredeyse an meselesiydi.[4] Bunları düşündüğümüzde Midhat Paşa’nın atandığı Suriye’nin her an vatandan kopacak bir toprak parçası gibi olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de Midhat Paşa’yı bu yeni görev yerinde bekleyen en büyük zorluk ne Saray’ın jurnalcileri ne de istemeden geldiği sürgünün psikolojik ağırlığıydı. Vatanından kopmaması için yapması gerekenlerin aciliyeti ve ehemmiyeti çok daha büyük bir meseleydi. 

Suriye’de bir yıl kadar kalan Midhat Paşa idaresine verilen vilayeti hızla imar etmek için kolları sıvamıştır. Devlet görevinde geçirdiği uzun yılların verdiği deneyimle işe başlayan Midhat Paşa eğitimden bayındırlığa kadar birçok proje imza atmıştır. Bugün Lübnan müstakil bir ülke olsa da Osmanlı idaresi altında ikisi birlikte Şam’daki vali tarafından yönetilmektedir. Lübnan’ın idari bir birim olarak Suriye’den ayrı bir şekilde meydana gelmesine kadar iki bölge bir arada düşünülmektedir. Suriye’nin önde gelen kentleri olan Şam, Beyrut, Trablus ve Sayda’da Müslümanlar için çağdaş okullar açmıştır. Şam ile Akdeniz’i bağlamak için karayolu ve tramvay yapımına başlanmıştır. Vilayetin başkenti olan Şam’da, Beyrut’ta ve Akka’da çarşılar, caddeler ve meydanlar düzenlenmiştir. Kentlerdeki asayişin tesisi için idari yapılar inşa edilmiştir. Bölgede günümüze kadar devam eden dini çatışmaların kökleri görüldüğü üzere çok eskidir. Midhat Paşa zamanında bu çatışmaların idari zafiyete neden açmayacak şekilde kontrol altında tutulması her zaman önem arz etmiştir. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Dürziler arasındaki ilişkilerin dengeli siyaseti Suriye’nin Osmanlı idaresi altındaki geleceği için de çok önemlidir. Zira dengesizlik her ana dışarıdan bir müdahaleye kapı aralayabilecek siyasi bir dengesizliğe dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Midhat Paşa bu tasavvuruyla Osmanlı idaresinin devamını ve bölgedeki huzurun tesisini sağlayabilmiştir. Tesis ettiği huzur ve güvenin daha sonra Saray’ın jurnalcilerinin eliyle başkaca yorumlara yol açması elbette ki manidardır.

Öte yandan Osmanlı vatanının ayın bir hizmetkarı olan Midhat Paşa memleketinin bu uzak parçası üzerinde gözlemlediği sorunları bir layiha ile Payitaht’a arz etmiştir. Bunun nedeni ise Midhat Paşa tarafından şöyle açıklanmaktadır. Ona göre Suriye, bilinen pek çok Osmanlı vilayetinden coğrafi ve beşerî olarak daha büyük, arazisi her türlü tarıma elverişli, konumu itibarıyla başka yerlerden daha çok ticarete uygundur. Ancak tüm bunlara rağmen Suriye’de yaşayan Osmanlı tebaası mutlu değildir. Midhat Paşa idaresi altındaki Suriye halkının din ve mezhep, ahlak ve adetçe birçok küçük bölümden oluşmasının bu sorunun temelinde yattığını yakından görmüştür. Öte yandan yine 1850’den sonra türlü siyasi değişikliklere ve müdahalelere uğraması sebebiyle yörede yaşayanlar Osmanlı idaresinin faydalarından hakkıyla yararlanamamışlardır. Tüm bunlar Midhat Paşa’nın Suriye Layihasında gözlemlenebilmektedir. Layiha; Osmanlı tarihinde yönetimde görev alan devlet adamların idarede aksayan yönleri bildirmek, bunları gidermeye yarayacak önlemleri önermek ve devleti eskisi gibi ihtişamlı kılacak çareleri göstermek amacıyla devrin padişahına sunulan öneri paketinin adıdır. Bu tarihimizde Koçibey’den başlayıp gelen çok köklü bir geleneğin devamıdır.  Midhat Paşa’nın 6 Ocak 1879 tarihli Suriye Layihası ilkin Fethi Gedikli tarafından Latin alfabesiyle 1999 yılında neşredilmiştir. Burada da onun neşrinden faydalanılmıştır. Midhat Paşa’nın layihadaki metnine sadık kalan Gedikli birkaç yazım hatasını gidermekten öteye geçmemiştir. Burada ise Midhat Paşa’nın Suriye layihasını yeniden okuyarak çağımıza ve Suriye-Türkiye ilişkilerine olan katkısına yeniden bakılmaya çalışılacaktır.

Midhat Paşa (c) Vanity Fair, 1877

Midhat Paşa layihasında Suriye'nin konumunu, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ve sonrasında yaşananları, bürokraside yapılması gerekenleri, idarenin yerel ihtiyaçlar da dikkate alınarak yeniden düzenlenmesini; mahkemelerin acınası durumunu; alınması gereken adli ve idari önlemleri, Suriye'nin idari olarak nasıl bölümlenmesi gerektiğini; vergilerin toplanmasında karşılaşılan sorunları ve vergi yükünün vatandaş için ağırlığını, yol açtığı zararları ve işaret ettiği tüm sorunları giderilmesi için yapılması gerekenleri sırasıyla ele almıştır. Midhat Paşa sözlerinin sonunda ne yapılacaksa bir an önce yapılması gerektiği, zira durumun artık beklemeye tahammülü olmadığını vurgulamaktadır.[5]

Midhat Paşa'nın o zamanlar Suriye için tespit ettiği sorunlar yerelden evrensele bakışın uygulamalı bir örneğini göstermektedir. Midhat Paşa hiçbir zaman teorisyen olmadı, her zaman siyasetini ve dünya görüşünü uygulayarak göstermişti. Ancak bu kez idaresi altında bulunan bir toprak parçasına dair gözlemleri onun teorik altyapısının çerçevesini de çizmektedir. Merkeziyetçi değildir aksine yerel yönetimlerin merkeze karşı güçlendirilmesini talep etmektedir. Yerelde dahi tek bir adamın elinde toplanan gücün tehlikelerinden ve verimsizliğinden bahsederek bürokrasinin önemini göstermiştir. Onun bu bakış açısı daha sonra 1909 Anayasa Değişikliği içinde az da olsa yer bulabilmiş, vilayetlerin alt kademelerini yeniden tanzim edilmiştir. Osmanlı idaresinde hiçbir zaman müstakil bir bürokratik güç halini alamayan adalet sisteminin bağımsız olarak kurulmasını savunmuştur. Adliyede olduğu kadar maliyede de reformdan yanadır. Vergilerin adaletli ve verimli toplanması için yeni bir bakış açısının ortaya konulmasını talep etmektedir. Suriye özelinde verimli şekilde toplanamayan vergilerin nedenlerini, Osmanlı idaresinin millet sistemine dayanan bakış açısına dayanarak çözümlemiştir. Bu çözümlemeye binaen yapılan tespitler günümüzde hala Lübnan ve Suriye politikasındaki baskın karakterlerin anlaşılmasında önem arz etmektedir. Vergi Hukuku’nun modern yorumlarına da metinde görebilmekteyiz. Ağır verginin az ve verimsiz olduğunu hafif bir oran ile daha çok ve verimli bir verginin toplanabileceğini örnekleriyle göstermektedir. Maliyenin de yerele uygun olarak düzenlenmesi fikrini layihanın yirmi altıncı ve yirmi yedinci sayfalarında dört maddeyle özetleyebilmiştir. Rakamlar ve örnekler ile memur ve mültezim baskısının işe yaramadığını, acil bir reform ihtiyacını ortaya koymuştur. Rüşveti engellemek ve verimlilik artırmak için maaşların artırılmasını istemiştir. 

Ancak onun Suriye için talep ettiği yerel, özerk ve güçlü idare istemi merkeziyetçi refleksle çatışmıştır. Başlangıçta Mithat’ın talepleri Saray tarafından karşılanmışsa da reform talebi arttıkça ve teorik bir bağlama da oturduğunda II. Abdülhamit ve istibdat rejimi tarafından üzeri çizilmiştir. Tüm reform taleplerine rağmen askeriyede ve adliyede gücü yerelleştiremedi. Bölgede 1879 yılında başlayan bir Dürzi ayaklanmasını bastırabilmesi için gereken destek merkezden gelmeyince istifadan başka çaresi kalmamıştır. 19 Ekim 1879’da Suriye valiliği görevinden istifa eden Midhat Paşa biraz da İngiliz elçiliğinin baskısı nedeniyle Padişah tarafından yatıştırılmış ve görevine dönmesi istenmiştir.[6] 1 Ağustos 1880’de İzmir’deki Aydın Valisi Hüseyin Fevzi Paşa ile becayiş edilene değin Midhat Paşa ile II. Abdülhamit arasında soğuk bir savaş yaşanmış, mektuplar gidip gelmiş, bastırılamayan isyanın içler acısı bir hal almasına yol açmıştır. Kendi ifadesiyle artık kutsal yasa[7]nın hükümlerine dayanarak, ulusun çıkarlarına uygun olmadığında Padişah’ın emirlerine itaat etmekten vazgeçmek zorunda kalmıştır.[8] Tüm bunların neticesinde Saray’daki vehimler akıl almaz bir boyuta ulaşmış ve Midhat Paşa’nın başarısız olması için gereken her şey yapılmıştır. Onun çabalarına duyulan kuşku her ne kadar Padişah’ın istibdat rejiminden kaynaklanıyor olsa da şüphelerin Osmanlı idaresinin yaşadığı tecrübelere de dayandığı söylenmelidir. Nihayetinde Suriye’deki görevi Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da kurduğu düzene benzer bir düzeni kurabileceği şüphesi ve korkusuyla noktalandırılmıştır.[9]


Doç. Dr. Selahattin ÖZKAN

Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız


Kaynaklar:

Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha: a Record of His Services, Political Reforms, Banishment, and Judicial Murder, Londra: John Murray, 1903.

Bekir Koç, Osmanlı Modernleşmesi ve Midhat Paşa, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.

Fethi Gedikli, Midhat Paşa’nın Suriye Layihası, Divan, 1999: 2, s. 169-189.

Midhat Paşa, Midhat Paşa’nın Hatıraları, Yay.: O. S. Kocahanoğlu, İstanbul: Temel Yayınları, 1997.

Najib E. Saliba, The Achievements of Midhat Pasha as Governor of the Province of Syria, 1878-1880, International Journal of Middle East Studies, 1978, 9: 3, s. 307-323

 



[1] Saliba, 1978, s. 320

[2] MidhatPaşa’nın Suriye günlerini derinden incelemek isteyenler için Bkz: Fethi Gedikli, Midhat Paşa’nın Suriye Layihası, Divan, 1999: 2, s. 169-189.

[3] Midhat Paşa, 1997, c. I, s. 241 ve 245.

[4] Osmanlı’nın son yüzyılında meydana gelen Arap ayrışmasını daha yakından incelemek için bkz: Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar:Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık (1908-1918), Çev.: T. Yöney, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998

[5] Gedikli, 1999, s. 175

[6] Saliba, 1978, s. 315

[7] Arapça “şeriat” olarak anılan, esasını dinden alan yasa metni. Zamanla yasanın kendisi de kutsal bir kimlik kazanmıştır.

[8] Ali Haydar Midhat, 1903, s. 143-144

[9] Midhat Paşa, 1997, c. I, s. 236.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder