İnsanlık Tarihinin En Çok Doğru Bilinen Yanlışları "Evrim Teorisi Mitleri"


İnsanlık bilimsel verilerin kendisine sağladığı özgürlüğün ilk günlerinden bu yanan kendisini, içinde yaşadığı çevreyi ve geçmişini araştırmaya devam ediyor. Yaşamın kendisinin varlık sorunu bugüne kadar evrimsel biyologlardan, filozoflara, tarihçilerden çeşitli branşlardaki sosyal bilimcilere kadar herkesi ilgisini çekmiştir. İnsanlık yaratılış fikrinin rehavetinden kaçıp bilimin ve aklın iç karartıcı gerçeklerine yaklaştıkça daha büyük bir mücadele alanına çekilmiştir. Binlerce yıldır kendi yarattığı tanrıların buyunduruluğundan kurtulmasının  kaynağında varlığının gizemini çözmek yatmaktadır.

Bilim insanlarının yüzlerce yıldır aklın ve bilimin ışığında birikimsel olarak inşa ettikleri Evrim Teorisi, insan gelişimini hiçe sayan kör bir bağnazlıkla batıl inanışlarına sarılan bir takım uhrevinin saldırısı altındadır. Metafiziğin insan merakını çeken gizemli yapısı bir yana bilinmeyenin yine bir başka bilinmeyenle açıklamak garabetine düşmeyen insanlığın ileri kuvveti bilim insanları bu mücadelelerinde ellerindeki tek "silah" olan akıllarını kullanmaya devam ediyorlar. Evrim Teorisi Darwin tarafından ortaya atıldıktan bu yana bir çok saldırıya uğradı, yalanlanmaya ve yanlışlanmaya çalışıldı. Ancak bilimin akılcı sorgulamaları ile yüzlerce yıldır test edilen ve geliştirilen Evrim Teorisi insanlık ailesi tarafından en çok "yanlış anlaşılan doğru" olarak haksız bir üne sahiptir. İşte evrim ile ilgili ortaya atılan 10 mit ve bilim insanlarınca bu mitlere verilen cevaplar.

1) Eğer İnsan Maymundan Geldiyse, Neden Günümüzdeki Maymunlar İnsana Evrim Geçirmiyor?

İnsanlar, Şempanzeler ve Maymunlar sadece uzak evrimsel kuzenlerdir.  Biz insanlar, maymundan gelmiyoruz. Ancak maymunlarla insanların ne maymun ne de insan olan milyonlarca yıl önce yaşamış ortak bir atası vardır. Aslında, yedi milyon yıl içerisinde bir çok insansı canlı türü evrimleşmiştir. Bunlara örnek olarak Homo-Habilis, Homo-Erektus ve Homo-Neandertal verilebilir. Bu sayılanların tümünün nesli tükenmiş ve yeryüzünü biz ve diğer primatların paylaşması için terk etmişlerdir.

2) Fosil Kayıtlarında Evrimi Boşa Çıkaran Birçok Boşluk Vardır.

Tam aksine, birçok geçiş türüne ait fosil bulunmuştur. Mesela, bulunan erkek dönem fosil kuşlarından biri olan Archaeopterix’in sürüngen iskeletine ve tüye sahip bir geçiş türü olduğu tespit edilmiştir. Bugün bazı dinozor türünün kıl ve tüy taşıdıklarını anlaşılmıştır. Therapsidler denilen tür sürüngenler ile memeliler arasındaki bir evrimsel geçiş türüdür. Tiktaalik akciğer solunumu yapan balık türü ile amfibi canlılar arasında geçişi sağlamış nesli tükenmiş bir canlıdır. Bugün balinaların evrimsel gelişimi sırasında gözlenen en az altı geçi basamağı tespit edilmiştir. Yine insanların altı milyon yıl önce maymun ile aynı atadan ayrılıp evrimleşmesinden sonra nesli tükenen en az bir düzine kadar fosilleşmiş geçiş basamağı tespit edilmiştir.


Bir bitki yada hayvan türünün fosilleşmesi için gerekecek çok nadir şartların varlığı göz önüne alındığında oldukça yeterli fosil kanıtına sahibiz aslında. Bir fosil için en büyük sorun leşçilerin saldırısından kurtulmaktır. Bir canlı bedeninin ölümden sonra fosilleşmesi için öyle özel şartlarda gömülmesi gerekir ki günümüze kadar çürümeden saklanabilsin. Ve milyonlarca yıl sonra evrim-bilimcilerin keşfedilebilmesi için özel olarak saklandığı yerden bir takım coğrafi güçler tarafından yer yüzeyine yakın bir yere taşınsın. En sonunda da devasa bir gezegenin yüzeyinde küçücük fırça ve kürekleriyle evrime yeni kanıtlar arayan paleontologlar tarafından keşfedilip değerlendirilebilsin. Bir fosilin bulunması ve evrimsel olarak değerlendirilebilmesi için gereken bu çok nadir şartların bir araya gelmesi dahi göz önüne alındığında evrim için bulunan kanıtların değeri çok daha net anlaşılabilecektir.

3) Eğer Evrim Milyonlarca Yıl İçinde Gerçekleşmiş İse Fosiller Neden Çok Yavaş İlerleyen Değişimleri Göstermez?

Fosillerdeki ani değişimler evrimin çok yavaş ilerleyen bir süreç oluşunun aksini ispatlayan deliller değil, noktalamanın mevcut kanıtıdır. Canlılar zamanın büyük bir bölümünde evrim açısında durağandır ve bu nedenle bu durağan konumlara ait birçok fosili yeryüzüne bırakmışlardır. Bir canlıdan diğer bir canlıya değişim jeolojik zaman skalası elen alındığında göreceli olarak çok ani olarak yaşanmıştır ki bu işleme noktalama dengesi denilmektedir.

Bir canlı diğer bir canlıya ancak bir grup “kurucu” canlı türü atalarından ayrılıp kendilerini izole ederlerse dönüşebilmektedir. Bu yeni kurucu grubu, küçük ve bir arada kaldıkça göreceli olarak hızlı bir değişim geçirebilirler çünkü büyük gruplar genetik olarak daha durağandır. Canlılar arası geçişler öyle hızlı yaşanır ki ancak nadiren fosiller kayıt altında kalabilmiştir. Ancak bir kez yeni bir türe evrimleşildiğinde dahi, bireyler çokça bulunan fosillerde gözlemlenebilecek fenotiplerine uzun süreler korumaya devam ederler. Milyonlarca yıl sonra bu süreç fosillerin çok stabil olarak kayıtlanmasıyla sonuçlanabilmektedir. Noktalama ise bu dengeli durumların arasında bir yerde olmalıdır.

4) Kimse Evrimi Gerçekleşirken Görmemektedir.

Evrim, birçok bağımsız kanıtın götürdüğü yegâne kanıtın varlığını araştıran tarih biliminin ve/veya bilimsel tarihin bir parçasıdır. İnsanlığın uzun süredir aradığı bir soruya ulaştığı toptan bir yanıt bulma gayreti güden, birçok bilimsel alandan beslenen çok yönlü ve çok karmaşık bir bilim dalıdır.  Jeoloji, Paleonteloji, Botanik, Zooloji, Bio-Coğrafya, Karşılaştırmalı Anatomi ve Fizik, Genetik, Moleküler Biyoloji, Gelişimsel Biyoloji, Nüfus Genetiği, Genom Dizilimi gibi birçok bilimin bulduğu kanıtlar yaşamın evrimleştiği yönündedir.

Yaratılışçılar ise ısrarla “Evrimi Kanıtlayan Tek Bir Fosil” talep etmektedir. Ancak Evrim yalnızca bir tek evrimle kanıtlanamaz. Fosil kayıtlarındaki değişimler ile canlılar üzerindeki değişimlerin ve canlılar arasındaki genetik, anatomik ve fiziksel yapılardaki değişimlerin, benzerliklerin ve farklıların karşılaştırılması ile bulunabilir. Aslına bakılacak olursa evrimi gözle görülebilir bir süreçtir; özellikle çok kısa süre üreme döngüleri olan bakteri ve virüsler gibi küçük canlılara uygulanan aşırı çevre baskıları sonucunda bu canlıların evrimleştiği gözlenmiştir.

5) Bilim Evrimin Rastgele Meydana Geldiğini İddia Etmektedir.

Doğal Seleksiyon hataları eleyerek ve doğrulayarak evrime hizmet etmektedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için daktilo kullanabilen bir maymunu hayal edebiliriz. Bu maymun için Hamlet’in bir sonatının anlamlı 13 harfini bir araya getirebilmesi için 2613 vuruş denemesi yapması gerekmektedir. Bu rakam güneş sisteminin meydana gelişinden bu yana geçen saniyelerin 16 katına tekabül etmektedir. Deneyde eğer her doğru harf tutulup yanlış harf elenecek şekilde “olmak yada olmamak” sözcük grubunun İngilizcesi olan “to be or not to be” yazılması istenilseydi bunun rastlantısallığı 335 denemede gerçekleşebilecekti.

Ünlü Evrim Biyoloğu ve ateşli Ateist Richard Dawkins Evrimi şöyle tanımlamaktadır: “raslantısal mutasyonlar ve rastlantısal olmayan kümülatif seçilim”. Gerçekten de evrimin temelinde kümülatif seçilim yatmaktadır. Göz; tek bir ışığa duyarlı noktanın hücreye oradan da bir organa evrilmiştir. Göz’ün var olmasına giden yoldan bir çok yoldan bugün kompleks bir gözün ulaşmasıyla sonuçlanan yol rastlantısal olarak değilim bilinçli bir şekilde seçilmiştir. Doğada diğer yolları seçip daha basit gözümsü yapılarla sonuçlanan birçok organizmaya rastlanabilmektedir.

6) Sadece Akıllı Bir Tasarımcı Göz Gibi Karmaşık Bir Yapıyı Yaratabilir.

İnsan gözünün yapısı incelendiğinde görülecektir ki akıllı bir yaratıcının izine rastlanamaz. Gözün içindeki fotonlar, ışığın içinde yol aldığı kornea, lensler, saydam tabaka, iris, retina, kirpiksi cisim vb. tam tamına baş aşağı ve ters olarak evrimleşmiştir. Gözün beyindeki görmeyi sağlayan hücrelere sinir hücreleri tarafından anlamlandırılacak bilgiyi göndermeden önceden ters olarak algılamasının hiçbir mantıklı amacı yoktur. Akıllı bir zeka tarafından yaratılan gözün görmeyi sağlayacak hücrelere görüntüyü baş aşağı ve ters göndermemesi daha akıllıca olmaz mıydı? Bu “tasarım” ancak doğal seleksiyon ihtimaller ve eldeki veriler ile yapabileceği en muazzam yapıyı meydana getirmiş ise bir anlam ifade edebilir. Gözün meydana gelmesi akıllı bir tasarımcıdan çok evrimsel tarihin kat ettiği yolu göstermektedir.

7) Evrim Sadece Bir Teoridir!

Bilimin bütün branşları teoriler üzerine kuruludur ki bunlar denenebilir hipotezler ile onlara verilen destekleyici yada hipotezi çürütücü bilimsel gerçekler ile açıklanabilir. Bir teori ancak veriler ışığında tekrarlanan gözlemlerle desteklendikçe sağlıklı olarak nitelenebilir. Aksi takdirde başa dönülüp hipotez değiştirilir yada veriler o hipotezin kurulmasına neden olan veriler denetlenir. Doğmalar ve sorgulanamaz ilahi mesajlar bilimin konusunu oluşturmaz. Bu nedenle evrim teorisi eldeki veriler ışığında en akılcı cevap olarak yerini korumaktadır.

Evrim teorisi çürütüldüğü takdirde boşalttığı yeri yaratılışçı ilahi açıklamalar değil bir başka bilimsel teori alacaktır. Yaratılışçıların 1981 yılında ABD’deki Arkansas eyaletinde Evrim Teorisi yanından Yaratılışçılığın da derslerde okutulması için açtıkları bir davada Evrim Teorisinin bilimsel değeri bir mahkeme kararıyla tespit edilmiştir. Her ne kadar bir yargıcın onayı ile bir teorinin bilimsel olup olmadığına karar verilemeyeceği açık olsa da Yaratılışçıların büyük bir mücadele yürüttüğü ABD gibi bir ülkede alınmış böyle bir kararın değeri açıktır.  Yargıç William Overton bir bilimsel teorinin bilimsel olup olmadığı konusunda şu kriterleri aramış ve Yaratılışçılığın bilimsel olmadığı için okullarda okutulmasına gerek olmadığını açıklamıştır:

  • Doğa kanunlarına göre çalışmalıdır.
  • Doğa kanunlarına dayanılarak açıklanabilir olmalıdır.
  • Ampirik koşullara karşı denenebilir olmalıdır.
  • Sonuçları test edilebilir olmalıdır.
  • Denenebilir ve yanlışlanabilir olmalıdır.

Eğer bu şartları sağlayan evrimsel fosillerdeki verileri yanlışlayabilecek ve sizi Evrim Teorisinin genel kabullerinin aksine sonuçlara götürülebilecek fosillerle karşılaşırsanız Evrim Teorisini yanlışlayabilirsiniz. Ancak bugüne kadar kimse Evrim Teorisinin aksi sonuçlar doğuracak bilimsel kanıtlar bulmayı başaramadı.

8) İnsanın Evrimine Dair Kanıtların Sahte, Yanlış yada Düzmece Olduğu Ortaya Çıktı!

İtibarını kaybetmiş bir takım eski hevesli evrimci yaratılışçıların hominid fosil buluşlarını görmezden geldiğini ve bazı seçme kötü aldatmaca ve hataları bilimin zayıflığı olarak göstermeye çalıştığını söylemektedir. Bu bilimsel ilerlemenin doğasını anlamamanın çok bariz örneğidir. Bilimsel bilginin birikimli ilerleyişini anlamak biraz da yetenek işidir. Bilimsel methodun kendi yanlışlarını ortaya çıkarma bilimin elindeki en güçlü dayanak noktasıdır. Bilim insanları hataya düşerler ve hatalarını test edip ortaya çıkarırlar ve bu hatalarını düzeltirler.

Bilimle uğraşanların aksine Yaratılışçılar ise ellerindeki verileri test etme gibi şansa sahip değillerdir. Doğru yada yanlış da olsa inandıkları şeyi inanmaya ve başka insanları da bu inanca çağırmağa devam ederler. Evrimin ve bilimin kendi içindeki hataları her zaman gözünde ve test edilmeye açıktır. Geçmişte yaşanan Piltdown Adamı, Nebraska Adamı Calaveras Adamı veya Hespero-pitbecus gibi bazı düzmece evrim kanıtları sonrada düzeltilmiştir. Ancak bilimin düştüğü bunlar gibi veya başka hatalar yine bilim insanları tarafından tespit edilmiş, test edilmiş ve ifşa edilmiştir. Yaratılışçılar sadece bilimin kendi hatalarını tespit ettiği noktalardan yine bilime saldırmayı sürdürmektedir. Hiçbir yaratılışçı cevap yoktur ki bilim açıklamakta güçlük çeksin.

9) Termodinamiğin İkinci Yasası Evrimin İmkansızlığı Göstermektedir.

Termodinamiğin ikinci kanunu ancak kapalı ve izole sistemlerde geçerlidir. Dünya gibi ortaya çıkışından bu yana güneşten gelen artan yada azalan ışınımlara maruz kalması içinde bulunduğumuz bio-coğrafik sistemin entorpiye maruz kalmasına neden olmaktadır. Ve bu açık ve entropisi evrensel etkilerle dönemsel salınımlar yapan sistemin içinde evrilen yaşam doğa yasalarının ihlal edildiği şartlarda ortaya çıkmaz. Güneş ışıldamaya devam ettikçe dünya üzerindeki yaşam sürmeye ve evrimleşmeye devam edecektir. Termodinamiğin ikinci kanuna aykırı durumlar aslında günlük yaşamımızın her yerindedir. Mesela paslanmayı geciktiren araba boyaları yada ocak gibi bir ısıtıcı üzerinde yemek yapmak gibi.  Bütün bunlar Termodinamiğin ikinci yasasında belirtilen entropinin devam ettiğinin göstergesidir. Ancak elbette ki Güneş bir gün ısı ve ışık kaynağı olmayı bırakıp söndüğünde, dünya üzerindeki yaşam bitecek ve Termodinamiğin ikinci yasasıyla tezat oluşturan yaşam entropisi de son bulacaktır.

10) Evrimi Ahlak, Etik, Doğru, Yanlış Gibi Sosyal Kavramların Doğasını açıklayamaz!

Bilinenin aksine insanlığın ahlak normları “Din” ile birlikte ortaya çıkmamıştır. Tek tanrılı bir din ile tanışmamış hatta sistematik bir inanç bütünü dahi ortaya koyamamış en ilkel insan topluluklarında dâhi insanlar doğru ve yanlış arasında seçim yapmış ve birbirlerini öldürmemeyi terci etmişlerdir. En temel etik norm olarak insanın kendi türüne karşı vahşet uygulaması olan hanibalizmin olduğu ilkel kabilelerde dahi bu davranış ancak kabile dışı diğer insan topluluklarına karşı yönelmiştir ki bu yönelişin sebebi kendi kabilesi dışındaki insan topluluklarının dar klan algısı sebebiyle insan olarak tanımlamamasıdır. Yani bir yaratıcı ortaya çıkıp insanlara nasıl davranacaklarını söylemeden çok önce insanlar kendi aralarında yaşamanın bir yolunu bulmuşlar, doğru davranışları ödüllendirip yanlış davranışları cezalandırmayı öğrenmişlerdi.


Sadece insanlar değil, bilim insanların yaptığı gözlemlerle ortaya çıkmıştır ki primatlarda dahi ahlaki normlar gelişmiştir. Topluluk halinde yaşayan ve insanların memeliler arasındaki en yakın kuzenleri olan goril, şempanze ve maymunlar doğru ve yanlış davranışları tanımlanmış, ödül ve ceza mekanizması yordamıyla birlikte yaşamı mümkün kılmışlardır. Evrim göstermiştir ki Yalan, Zina ve Hırsızlığın yanlış olmasının nedeni bir yaratıcının yanan bir çalıyla dikta ettiği on emirde yer alması değil bu tür davranışların güvenilirlik, sadakat ve özel mülke saygı gibi değerler üzerine kurulu insan ilişlerini yıkmasıdır. İnsan ve bütün diğer sosyal primatlardan hiç birisinin ahlaki değerler olmadan hayatta kalması mümkün değildir. Sadece primatlar değil grup halinde yaşayan bütün canlılar arasında sosyalleşmelerinin sınırlarını belirleyen kuralların var olması yaşam ile ilgili sorularımızı yeniden şekillendirmemize neden olmalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
  1. http://evolution.berkeley.edu/evolibrary/misconceptions_faq.php#a1
  2. Top Ten Myths About Evolution, Skeptic Society, 2010

3 yorum:

  1. gözde ince kenarlı mercek kullanıldığı için göz ışınları sarı noktada toplar bu şekilde görüntü ters olup bu beyinin görme yerinde düzeltiliyor eğer ince kenarlı mercek olmasayde görüntü düz ve boru gibi doğrusalgörürdük ayrıca ışınlar sarı nokta dışındaki yerlere de düşerdi tıbba göre sarı nokta dışına dışına düşen ışınlar görülmez hem en ufak bir bozuklukta görmemiz azalıyor miyop hipermetrop gibi yani göz görme için en ideal formda yaratılmıştır Allah insanları mükemmel ve hassas(aciz) yaratmıştır

    YanıtlaSil
  2. sitenizi yeni keşfettim, keyifle okuyorum emeği geçenlerin ellerine sağlık, inşallah daha çok takipçiniz olur ki arşiviniz zenginleşir.

    YanıtlaSil
  3. Bu yazıyı yazan dine inanmamak için uğraşan arkadaş bu dünyadaki her şeyin bir tesadüf sonucu meydana geldiğini iddia ediyorsun bunu da mutasyon ile açıklamaya çalışıyorsun mutasyonlar %99 zararlıdır. peki ilk canlı nasıl oluştu cansız maddeden mi siz evrimciler evrimi açıklarken hep ilk canlının oluşumunu açıklamaktan kaçıyorsunuz sizde biliyorsunuz ki bir proteinin bile tesadüfen oluşması imkansızken evrendeki herşeyin tesadüfen oluşması ne derece imkansızdır

    YanıtlaSil