Tarih yazıcılığımızda öteden beri var olan bir isimdir Kutsal Roma İmparatorluğu, ancak belirtmek gerekir bu ülkede geçen üç ibare de hatalıdır. Bu ülke ne bir İmparatorluktur, ne Roma’dadır ne de Kutsal olarak nitelenebilir. Olay tümüyle Germen halklarının tarihiyle ilgilidir. Siyasi egemenliğin öteden beri hamasetle, cehaletle ve komplolarla örülü tarihi bu unvanın varlığıyla örneklendirilebilir. Önce var olmayan bir ülke yaratılır. Sonra bu ülkenin idarecisine temelsiz bir unvan verilir. Daha sonra dini ve kültürel bir geçmiş kazandırılır. İşte size Kutsal Roma İmparatoru. Tarihin birçok anında kitlelerin inanması için anlatının çarpıtıldığına, tarihin değiştirildiğine ve inancın yorumlandığına şahit oluruz. Tarihçinin kaderi de durmadan tekerrür eden tarihe tanıklık etmesidir. Söylemin analizi ve anlatının çözümlenmesi de olmasa geçmişimizin anlamını da yitirip kaybolacak gibi hissederiz. Oysa tarih de söylem de durağan değildir. Zamanla anlatının değeri değişir, anlam mekândan ve zamandan bağımsız değildir. Ortaçağ’da yaşayanların Kutsal Roma İmparatorluğu denildiğinde ne hissedeceğini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama tarihçiler ellerindeki unutulmuş dillerden kalan yazmalarda, rafları dolduran tozlu kitaplarda anlatılanlara baktığına gözlerine inanamamaktadır. Ortada kutsal olarak nitelenecek bir imparatorluk bulunmamaktadır. Peki ya Roma’dan sonra ne olmuştu?
Midhat Paşa ve Suriye Valiliği
Osmanlıların on dokuzuncu yüzyılda yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından olan Midhat Paşa (1822-1884) ilerici görüşleri, sert mizacı ve hazin öyküsüyle kayda değer bir hayat yaşamıştır. Adı günümüzde meydanlarda, bulvarlarda ve anıtlarda yaşatılan bu büyük devlet adamı Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde önemli izler bırakmıştır. Toprak kaybeden bir imparatorluğun içinde toplumu, devleti ve siyaseti ayakta tutmaya çalışan bu aydın yaşamının çok farklı anlarında sürgünü, şaşaayı ve çekişmeyi yaşamıştır. Sadrazamlık, nazırlık ve valilik yapan Midhat Paşa icraatlarıyla sadece devletin ve imparatorun değil aynı zamanda halkın da teveccühünü görmüş sevilen bir isimdir. Bugün Abide-i Hürriyet Tepesi’nde bulunan son istirahatgâhında noktalanan hayat yolcuğunda Tuna boylarında Bağdat çöllerine kadar iz bırakmadığı vatan toprağı yoktur. Midhat Paşa’nın Ziraat Bankası’nın temellerini atan memleket sandıklarını kurması ve bu toprakların ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi yazması onun ilerici karakterini göstermektedir. Zaman onu haklı çıkarmış ve yürekten bağlı olduğu bu ülkenin refahı ve hürriyeti için üzerine düşeni fazlasıyla Suriye’de geçirdiği sürede yaşananlara hem de bu süre içerisinde kaleme aldıklarına daha yakından bakmaya çalışılacaktır.
Snorri Sturluson ve Vikinglerin Kadim Kutsal Kitabı “Nesir Edda”
İzlanda tarihinin ve tarihçiliğinin en önemli isimlerinden olan Snorri Sturluson politikacı, şair ve tarihçi olarak çok yönlü bir bilgedir. Yazdıkları ve yaşadıklarıyla Viking inançlarının günümüze kadar saklanmasında en büyük pay sahibidir. Soylu bir sınıfa mensup olan Snorri Sturluson adanın batısında bulunan Reykholt kasabasının kabile şefidir. Siyasi ve dini kimliğe sahip olmanın yanı sıra kendisini okumaya adamış bir din adamı ve düşünürdür. Hvammur’de 1179 yılında dünyaya geldiği düşünülen Snorri Sturluson hem baba hem de anne tarafından soylu bir ailenin çocuğu, güçlü bir şair ve geniş kitlelerce kabul edilen bir tarihçidir.[1] Küçüklüğünden beri Viking mitolojisinin söylence ve efsaneleriyle büyümüş, atalarından duyduklarını kaleme alarak nesiller sonrasına aktarmıştır. Soylu ve zengin bir aileden gelmiş olmanın ayrıcalığı ile Oddi’de İzlandalı rahip Sæmundur Sigfússon tarafından kurulan okulda eğitim almıştır. Hıristiyanlığı kabul eden bir keşiş olan Sæmundur Sigfússon Paris’te aldığı teolojik eğitimi İzlanda’ya taşımış ve kurduğu okul ile ada tarihini ve politikasını etkilemiştir.
John F. Kennedy'den Atatürk Mesajı
Vikinglerin Gözünden İstanbul ve Bizans
Asırlar önce bir İmparatorluk Başkenti olarak kurulan İstanbul, kurulduğu andan bu yana dünyanın dört bir tarafından ilgi odağı olmuştur. Boğazın boynuzundaki küçük Byzántion yerleşimini temel alarak dünyanın merkezi olacak bir imparatorluk başkenti inşa eden I. Konstantin, Hıristiyanlığı kabul eden ilk Roma imparatoru olması sebebiyle adıyla anılan bu kenti, yeni inancını Roma kenti mimarisinin kadim süsleriyle harmanlayarak Hıristiyanlığın en güzel abideleriyle donatmıştır. Bu güzel kenti ziyaret eden, çevreleyen, işgal etmek isteyen ya da ele geçiren her yeni topluluk ona yeni bir isim vermiştir. Bu haliyle belki de dünya tarihinde kendisine en çok isim verilen kentlerden birisi olmuştur. Konstantinopolis, Konstantiniyye, Roma Constantinopolitana, Rūmiyyat al-Kubra ve Çarigrad gibi birçok isim bu kente yakıştırılmış ve verilmiştir. Bu yazıda ise bu güzel kente çok uzak yerlerden, Avrupa’nın kuzey kıyılarından gelen Vikinglerin verdiği ismi ve bu kentteki izlenimlerini ele alacağız.
Lucrezia Borgia’nın On Beşinci Yüzyıldaki Düğünü ve Türk Konuğu
Evlilik törenleri konukları, şaşaları ve dedikodularıyla günümüzde de kamuoyunun her zaman ilgisini çekmiştir. İster sıradan bir mahalle düğünü olsun isterse kraliyet mensuplarının saraylarda gerçekleştirdiği ihtişamlı bir tören olsun evlilik törenleri kayda alınmak ve tarihe not düşünmek için önemli olaylar olarak görülmektedir. Burada yayınlayacağımız metin ise on beşinci yüzyılda gerçekleştirilmiş bir kraliyet düğününü ele almaktadır. Hırsları, entrikaları ve komploları ile Avrupa tarihini şekillendiren en ünlü ailelerden birisi olan Borgiaların evlilikleri dahi siyasetlerinin bir parçası haline gelmiştir. Lucrezia Borgia ile Giovanni Sforza d'Aragona arasında kurulan evlilik bağı gelinin babası Papa VI. Alexander’in gölgesinde Avrupa siyasetinin açık bir gösterisine dönüşmüştür. İşin ilginç yanı ise tanıdık bir konuğun unutulmuş bir anısını ve artık kim olduğunu bilmediğimiz önemli bir Türk konuğun öyküsünü bu ihtişamlı töreni kaydeden Johann Burchard’in kaleminden okuyoruz.