1984 İngiltere’de George Orwell Yılı olarak ilan edilmişti. Ünlü yazar bu yılı tahayyül ettiği aynı isimli eserini 1948’te yazmış ve haklı bir üne kavuşmuştu. Bu ünlü eser sadece sıradan bir edebiyat ürünü olmanın ötesinde keskin bir gelecek öngörüsü olarak da ele alınıyor edebiyatçılardan çok siyaset bilimciler tarafından tartışılıyordu. Çoğu kez tartışmanın çerçevesi Orwell’in kehanetlerinin doğru çıkıp çıkmayacağıydı. Bu soru o günlerde farklı görüşlerden farklı yazarlarca cevaplanmışsa da hiçbirisi günümüzün kesinliğine ulaşamamıştı. Bu soru onca yıl sonra kadük kalmıştır, Orwell’in yazdıkları ancak günümüzdeki ileri teknoloji araçlarıyla gerçekleştirilebilecek düzeydedir. Yapay zeka gibi bir teknolojik üstünlüğün bireysel özgürlükleri değil bilirli sınıfların üstün çıkarlarına hizmet edileceği şimdiden anlaşılmıştır. Aynı ünlü romancının eserinde yazdığı gibi teknoloji insana rağmen gelişmiştir, insanın hizmetine girmemiştir. Her zamanki gibi ayak takımı itilip kakılmış, çalışmaktan ve savaşmaktan başka bir işe yaramayacağı anlatılmıştır.
1984 yılının dergi kapaklarını Orwell’in öngörüleri ve bu öngörülerde geçen bilgisayarlar, değişen takip sistemleri ve güçlenen siyasi rejimler süslüyordu. Popülerliğiyle büyük ilgi duyulan Time, Der Spiegel, Playboy gibi dergiler George Orwell ve kehanetleriyle renklendiriliyordu. Yayıncılık dünyasının onlarca yıldır nabzını tutan Frankfurt Kitap Fuarı “1984- Yönetim Altındaki Bir Dünya İnsanı” temasıyla açılmıştı. Yıl boyunca basılan kitaplar 1984 ile kıyaslanıyor, isyancı öğrenciler üniversite idarelerini Orwellian olmakla itham ediyor, neredeyse yaşanan her olay “Big Brother” gibi gözetlenen devletle ilişkilendiriliyordu. Oysa George Orwell bir İngiliz aristokratıydı ve yaşamı yitip giden aile mirası ile taşıdığı normların uyumsuzluğu arasında sıkışıp kalmıştı. İyi bir eğitim almıştı, İngiliz sömürgeciliğinin bir neferi olarak Burma’ya atanmış ancak orada gördükleri ezberlediği klasiklerle çatışmıştı. İnsan doğasını anlamak için harcadığı saatler ile İngiliz yüksek sınıflarının çıkarlarının örtüşmediğini görmüştü.
İngilizlerin Asya’nın uzak kıyılarında kurduğu rejimlerin kendi özgürlüklerini tahrip ettiğini düşünüyordu. Subay rütbesiyle hizmet ettiği bu düzenin iğrenç bir zorbalık olduğunu itiraf etmişti. Yerlilerin karşısındaki kukla bir rejimin temsilcisi olmakla imtihan oluyordu. Aylak aylak dolaşan iki yüzlü yerlilerin ise bu kukla rejimi deviremeyeceğini de görüyordu. Kişisel buhranı nihayetinde devlet görevinden istifa etmesine yol açtı. Önce Londra’da şansını denese de tüm bohem sanatçılar gibi kendisini Paris’te buldu. Kısa öykülerle yaşamını geçindirmeye çalışmış, ancak geçim zorluğu nedeniyle bulaşık yıkamak zorunda dahi kalmıştı. Ülkesindeki ekonomik bunalımı da takip ediyor, ara sıra çalıştığı gazeteler için işçi mahallelerinde röportajlar yapıyordu. Gazetelerde yayınlanan bu röportajları çarpıcıdır, işçilerin sırtının sıvazlanmasına, siyasetçilerin ya da sanatçıların ben de sizlerden birisiyim imajı yaratmalarına dayanamıyordu. Bu büyük sanayi memleketindeki yoksulluk karşısında donakalmıştı.
Yaşadığı buhranı takip eden siyasal bilinçlenmesi onu İspanyol iç savaşına sürükledi. Gerçekten de o yıllarda birçok İngiliz gibi o da Avrupa’da yükselen otoriterliğe karşı kendilerini İspanyol siperlerinde bulmuştu. Cumhuriyetçilerin safında savaştı, Franko’ya karşı komünistlerle birlikte yan yana milis güce katıldı. Özgürlükçüydü, bireyin hakları konusunda saplantılıydı ve dünyanın dört bir yanından İber yarımadasına doluşan gençlerle omuz omuza mücadeleye girişti, görüşlerinden etkilendi. Aragon’daki çatışmalar sırasında yüzünden yaralanınca cepheden çekilmek durumunda kaldı. Gözleri hasar görmüştü, artık ömrünün sonuna kadar isli camlar kullanmak zorundaydı. Kaderin bir cilvesi olarak, dünyaya ve insanlığa karşı oldukça karamsar olan George Orwell bir daha gün ışığına çıplak gözle bakamayacak, dünyayı daha da karanlık bulacaktı.
![]() |
| Cumhuriyet Gazetesi'nin 1984 için özel kapağı. Siyaset'84 Eki, 2 Ocak 1984. |
Giderek sağlığı bozulan Orwell yükselen komünizmin korkusunu iliklerine kadar hissediyordu. Sovyetlerde iktidara gelen Stalin karşıt sosyalistleri temizledikçe öfkesi artıyordu. Franko’yla savaşan komünist yoldaşları cephe gerisinde Troçkist, anarşist, liberal her kim varsa düşman gibi davranıyordu. İç temizlik hareketleri George Orwell’i bıktırmıştı. Sırf Stalin’e iman etmedikleri için hastanelerden sürüklenerek çıkarılanlar, anarşist görüşlerinden vazgeçmedikleri için acımasızca kurşuna dizilenler onu derinden etkilemişti. Faşizmle bu yüzden savaşmamıştı. Kendisine alternatif olarak sunulan bu yeni otoriterlikten hiç memnun kalmamıştı. Bir yanda Naziler bir yanda Stalinistler vardı ve kendisini kapana kısılmış gibi hissediyordu. Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın her yerinde sıkışmış hisseden özgürlük sevdalısı bireyler için yolun sonu görünüyordu. Diktatörler tüm özgürlüklerin üzerini çelikten ince bir tül gibi örtüyor, nefes almaya dahi izin vermiyordu. Teslim olunmaması gerektiğini salık veren Orwell, ölümcül bir hastanın doktoru gibi mücadeleyi son nefese kadar sürdürmeyi savunuyordu.
George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği isimli romanı 1944’te yayınlandığında Müttefikler ile Sovyetler el eleydi ve bireysel özgürlükler kimsenin umrunda değildi. Yozlaşmış bir dünyanın orta yerinde kalakalan Orwell tüm hayvanların birlikte nasıl isyan ettiğini anlattığı bir roman yazmıştı. Romandaki çiftlikte yaşayan hayvanlar, çiftliğin sahibi çiftçiyi devirip yeni bir yönetim kuruyorlardı. Ancak zamanla hayvanlar arasındaki bazı habis alışkanlıklar ortaya çıkıyor ve eşitlik ruhunu yerine bazılarının daha eşitlendiği bir noktaya sürüklüyordu. Elbetteki bu sakıncalı roman yayınlanmadı. Ünlü yayınevleri, anlı şanlı editörler vaktinden önce öten bu horozun sesini duymamayı tercih etmişlerdi. Ancak soğuk savaşın acı gerçekliği Orwell’in bireysel özgürlükler söylemini haklı çıkarmıştı. George Orwell bir anda özgür dünyanın sözcüsü ilan edildi. Büyük düşman için küçük düşmanla kerhen anlaşmayı yeğ gören yoz iktidarlar arkada kalmış, bireyin özgürlüğü sağlanmadan elde korunmayı gerektirecek demokratik bir toplumun kalmayacağı anlaşılmıştı.
George Orwell bugün herkesin bildiği 1984 romanını 1948 yılında yazmıştı, kehanetini bu yıla dayandırmasının tek nedeni içinde bulunduğu yıl ile bir oksimoron yaratmaktı. Nostradamus gibi kesin bir tarih vermiyordu aslında, sadece olacakları tasvir ediyordu. Teknikte, bilimde ilerlemenin her zaman bireyin ya da toplumun faydasına olmayacağına işaret ediyordu. Günümüzde Yapay Zeka ile ilgili girişilen tasvirlerin 1984 romanındaki büyük biraderin yetilerinden çok da uzak olmadığını kolayca söyleyebiliriz. Tarih her zamanki gibi tekrar ediyor, zorbalar bir kez daha bireysel özgürlüklerin karşısında dişlerini biliyorlardı. Dünyanın en sert rejimlerinden birisi olan Çin’in bu teknolojiye bu kadar çok yatırım yapmasını olağan görebilir miyiz? Sadece Çin mi? Rusya, İran, Mısır ya da Sahra Altı Afrika ülkelerindeki çağdışı rejimler şimdiden AB raporlarında bu eğilimleriyle anılmaya başlandı bile. Otoriter rejimler altında sıradan fanilerin yaşamı değersizdir, çalışmaktan ve savaşmaktan başka özellikleri yoktur, aynı romandaki ayak takımı gibi yukarıdakilerin ali çıkarlarına ve biz kıt akıllıların anlayamadığı yüceliklerine feda edilmelidirler. Romandaki televizyonlar tek ve resmi bir yayını gösterirler, aynı zamanda çıkarılan her sesi dinleyen ve raporlayan bir teknik üstünlüğe de sahiptirler. Sahi yapay zekayla donatılmış akıllı televizyonlarımızın bundan farkı nedir? Dolar milyarderi bir teknoloji şirketinin ünlü sahibinin dahi laptopunun kamerasını istemsiz gözetlenmeyi önlemek umuduyla bir bantla kapatmayı denemesini nasıl unutabiliriz?
Romanda bir de “Gerçek Bakanlığı” vardır. Bu sözde bakanlık Büyük Birader’in kararlarını, demeçlerini, tespitlerini değerlendirmekte ve her aşamada tarihi yeniden yazmaktadır. Hakikat Ötesi bu çağda bundan daha haklı çıkmış bir öngörüden bahsedebilir miyiz? Yaşanmış bütün olayları, o ana kadar yaşananları her seferinde ama her seferinde üst aklı haklı çıkaracak şekilde yeniden yorumlamaktadır. Geçmişin gazeteleri, kitapları yeniden ve yeniden basılıyor, eski nüshalar yok ediliyordur. Dolayısıyla insanlar bizzat yaşadıkları olayların, şahit oldukları her anın gerçekten olup olmadığını sorgulamak zorunda kalmışlardır. Tarih yoktur, ya da yaşananlar aslında hiç olmamıştır. O öyle değilir, bu da böyle değildir. Bilgi büyük biraderin tekelindedir ve geri kalan herkes bu gerçekliğin içindedir. İnsanların yaşantıları belirli normlarla sınırlandırılmıştır. Ya onlar gibi düşünmek, yaşamak ve hissetmek zorundasınız ya da onlardan değilsiniz, yoklukla cezalandırılır hiç var olmamış olarak kalırsınız. Sizin söylediklerinizin bir önemi yoktur, gerçekte ne olduğu siz bilemezsiniz, sadece ve sadece büyük birader bilebilir, siz o gerçekliğe uymakla mükellefsiniz.
Kendisini sosyalist olarak tanımlamayan George Orwell’in yazdıkları sadece sosyalizm içindeki değil tüm siyasal eğilimlerin sahip olduğu otoriteryen zorbalıklara karşı bir duruştur. Batılı yorumlar Orwell’i çoğu kez doksanlara kadar demir perdenin ardına sıkıştırılmış bireysel özgürlüklerin bir savunucu olarak görse de kendisi hiçbir zaman açık bir şekilde komünist karşıtı söylemlerde bulunmamıştır. O otoriterliğe karşıdır. Ölüm kadar kesin olarak niteliği tek şey totaliter diktatörlüğün yükselişidir. Büyük romanının yayınlanmasından aylar sonra hayata gözlerini yuman George Orwell’in görüşlerini açmak için çok da fazla vakti olmamıştır. Demokrasilerin paslanıyor, bireysel özgürlükler her geçen gün törpüleniyor, toplumsal savunma içgüdüleri otoriter eğilimleri güçlendiriyor ve sıradan fanilere çalışmaktan ve ulvi idealler için savaşmaktan başka bir yol bırakılmıyor. George Orwell’in işaret ettiği acı gerçek varlığını sürdürüyor, güçlü liderler teknolojik üstünlükleri toplumsal refahı artırmaktan ziyade bireysel özgürlükleri tırpanlamak için kullanıyorlar. Karamsar kahinler, sasa yapıcılar ve mahkemeler ise ellerine geçen bir gücü kullanmaktan çekinmeye sınıflara karşı insanlığı uyarmaya çalışıyor.
Hızla gelişen Yapay Zeka teknolojisinin, demokrasiye yönelik en ciddi tehditlerinden biri, güç - iktidar ilişkilerindeki asimetriyi artırma potansiyeli olduğu birçok araştırmada ortaya konulmuştur. George Orwell’in 1984 romanında tasvir ettiği otoriteryen eğilimlerin kullanılması halinde adeta gözetim ve takibin başat mekanizmalarından kendisini göstermektedir. Yapay Zeka teknolojisi toplumsal refahı artırmak bir yana demokrasiyi ve bireysel özgürlükleri ciddi şekilde yaralamaktadır. Bu kadar derin ve gelişmiş veri toplama, analiz etme ve öngörü üretme kapasitesi ancak güçlü ve tekil idarelere olabilir, bunun ayırdına varan tüm sınıflar buna göre kendilerini konumlandırmaktadır. Yapay Zeka sadece mevcut iktidarın konumunu güçlendirmekle kalmıyor üstelik, bireylerin hareket alanını da sistematik biçimde sınırlandıran bir denetim ve gözetleme aracı haline gelebilir. Böylelikle demokratik denge zayıflarken, kamusal alanın çoğulcu yapısı ise yerini homojenleşmiş ve kontrol altına alınmış bir siyasal iklime bırakabilir. Bu tehlike George Orwell’in romanını yazdığı 1948 yılında bu kadar yakın değildi belki ama günümüzde teknolojik kapasitenin eriştiği gücü kim inkar edebilir.
Bugün yapay zekayla ilgili tartışmaları bir tarihçi gözüyle şaşkınlıkla takip ediyorum. George Orwell’in yazdıkları ortadayken kimsenin dönüp bir kez daha teknolojinin insanlığa getireceği nimetlerden bahsetmesini anlayamıyorum. İnsanlığın tarihi neredeyse her derdimize deva olacağı düşünülen teknolojilerin icadı ve bunun bireye karşı nasıl kullanıldığını gösteren onlarca örnekle doludur. Yapay zeka da bu korkunç listenin son üyesi olacaktır. Bugüne kadar hayatlarımızı değiştireceği söylenen mühendislerimizin bulduğu hangi mucizevi teknoloji bireyleri ne kadar özgürleştirdiğiyse yapay zeka da bu kadar özgürleştirecektir. Ne bir eksik ne bir fazla. Bu teknolojik yeniliğin yüksek sınıfların üstün çıkarları için kullanılmayacağını kimse garanti edemeyeceği gibi bireyin özgürlükleri ile otoritenin ali çıkarları arasındaki bir ayrışmanın hiçbir zaman birincinin lehine sonuçlanmayacağını George Orwell gibi bizler de öngörebiliriz. Savaşlar, duvarlar ve darbelerle yaşayan Goerge Orwell’in öngördüğü 1984’in üzerinden kırk yıl geçti ama bizler onun yazdıklarını anlamak için kırk fırın ekmek tüketemedik.
Doç. Dr. Selahattin Özkan
* Görsel Kaynak: Ars Electronica/Amnesty International, https://tinyurl.com/3u7b8hxt
Yararlanılan Kaynaklar:
- Cumhuriyet Gazetesi, Siyaset’84 Eki, 84:1, 2 Ocak 1984, s. 10.
- Meryem Nergis Ataçay, Dijital Totalitarizm: Yeni Nesil Denetim Rejimi Üzerine Çin Örneği Üzerinden Bir İnceleme, International Social Studies Journal, 11: 9, 2025, s. 1646-1658.
- Mert Mahir Göz, Yapay Zekanın Demokrasiye Etkileri: Fırsatlar ve Tehditler, Akademik İzdüşüm Dergisi, 10: 2, 2025, s. 629-660.
- Matthew Tokson, The Authoritarian Risks of AI Surveillance, Law Fare, 1 Mayıs 2025.
- H. Akin ÜNVER, Artificial intelligence (AI) and human rights: Using AI as a weapon of repression and its impact on human rights, 1 Mayıs 2024 tarihli AP-DROI alt komite Raporu.
- https://www.bbc.com/news/magazine-21337504



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder